This is a Premium Blog

Bulent Korman/Turk sarabinda bas agritan gercekler

Written on December 3, 2007 by ozan

ED: Babamin Pazar gunu Vatan gazetesi ekinde cikan yazisi.

http://w10.gazetevatan.com/root.vatan?exec=pazarvatan_yazar&yaid=68&yaz=Bülent%20Korman

Türk şarabında baş ağrıtan gerçekler
Anlaşılan, şarap üretme merakımız hızla artacak. Aynen puro düşkünlüğümüz gibi.
Bu merak, galiba potansiyel “okyanusu tekneyle geçme” merakının da ikiz kardeşi. Nasıl ki çılgın ağabeyimiz Sadun Boro veya kardeşimiz Osman Atasoy, şu an denizdeki cânım Özkan Gülkaynak gibi, tekneyi kendimizin kullanması şart değilse, şaraptan da illâ ki çok anlamamız şart değil!

Bu tür “trendy” salgınlara yakalanmak için, ego şişkinliğimizden, artık zengin olmamıza; orta yaş krizimizden, “corporate” takıntılarımıza bir sürü neden sıralanabilir.

Oysa bu işlere sahiden soyunan bir kişinin, tek bir nedeni vardır: Tutku.

Şarap üretmek, onunla yatıp onunla kalkmayı isteyen, esasında bir ömre tek başına yetecek bir ilgi alanı. Kimi ülkelerde babadan oğluna geçen bir meslek. Bir yaşam biçimi.
Yani durup dururken, “Parasıyla değil mi, biz de yaparız” deyip, her palazlananın bir ucundan eğreti tutarak yapacağı bir şey değil.
“Ben hem onu yaparım, hem bunu yaparım” yaklaşımıyla altından kalkılacak bir iş de değil.

Gerçek böyleyken, çevresinde her sabah başka birinin şarap üretmek için gözünü açtığını öğrenince insan düpedüz kopuyor. Çeşme’de, Urla’da, Şarköy’de, hatta Bodrum’da!
Eğer arazinize biraz asma dikip, kendi keyfiniz için şarap yapacaksanız, elbette size kim, ne karışır!

Ama onun ötesinde bir iddianız varsa durum değişiyor.

Kafa karışıklığını önlemek için şu noktada açıklık beklemek önemli:
Kardeşim, siz amatör müsünüz, profesyonel mi?
İmaj gerçekten her şey midir…
Söz gelişi, sadece örnek olarak güncel duruma bir bakalım.

Şu sıralar, asıl işi bu olmayan, tanınmış ve değerli bir emekli yöneticinin ‘şarap üreticiliği’ var gündemde.
Ortalık şarap yazısından geçilmiyor ya… Geçen hafta, onunla da ilgili çeşitli magazin haberleri, peş peşe organize edilmiş röportajlar, tanıtım yemekleri, televizyon programları izledik. Gerçi onun da amatör mü, profesyonel mi olduğu net değil. Ama en azından, çok profesyonel bir kampanya çabası apaçık ortadaydı.

Üzümü kendi bağlarında yetiştirilip (sadece birkaç yıllık bir geçmişi varmış), kendi şaraphanelerinde üretildiği için, bu şaraba yalnız “butik” demek yeterli gelmemiş, “Şato Usulü” diye şık (ama çok anlaşılmayan) bir nitelemeyi de uygun görmüşler.
Herhalde, bir çırpıda farklı bir imaj yaratmak düşüncesiyle. Peki kimden farklı ve satır aralarında gizli olsa da kimden daha iyi sorusu akla geliyor.

Herhalde, medyada o kadar yer bulamayan diğer küçük üreticilerden. Mesela Corvus’tan. Hatta nesiller boyunca varını yoğun bu işe yatırmış büyüklerden. Mesela yılların Kavaklıdere’sinden.
İşte tam burada bir durmak gerekiyor.
“Şato Usulü” mü… “Türk Usulü” mü?
Zira, hobi boyutlarını aşan, düşündürücü, zorlama bir yaklaşım bu. Zorlama, çünkü Türkiye için bir özgünlük, bir ilk kastediliyorsa, bu doğru değil. ‘Şato’ çağrışımıyla prestijli Fransız şaraplarına imâlı bir gönderme ise, o da yersiz.

“Madem ‘şato usulü’ hadi Fransa’ya satalım!” diyebilir, çıkıp biri.
Ne o gelenek var arkada, ne o tecrübe, ne o Tanrı vergisi özgün coğrafya. Ama esas önemli olan bence şu, özür dileyerek soralım: Profesyonel mesleği şarap üretimi olanlara karşı, bir amatör olduğunu unutup, tepeden inme bir lider edasına bürünmek biraz “Türk usulü” değil mi?

Ayrıca, bu tavırla bağdaştırabilecek bir katma değer söz konusu mu ki?

(Bu “şato usulü” şarabın tamamı 6 bin şişeymiş. Hepsi satılsa, diyelim bir-iki yüz bin YTL eder. İşin parasal boyutu ancak bu kadar. Bunun içinde ÖTV var, KDV var, dağıtım bedeli, satıcı payı var… Bu iş oyun değil. Fransa’nın sadece Bordeaux bölgesinde bir yılda üretilen şarap miktarı, yılına göre değişerek, 700-900 milyon şişe!)

Niyetimiz bağcıyı dövmek değil… Üzüm yemek.
Herhalde hiç kimse, bu zamanda, yetmiş milyonluk bir ülkede şarapçılığın sosyal hoşluklarla ilerleyeceğini düşünmüyordur.
“Son derece zor bir iş, koskoca bir endüstridir şarap üretimi” dedi, bir ayağı yurt dışında olan şarap erbabı bir dostum:
“İyi şarap, artık ancak o boyuta ulaşmakla mümkün.”(*)
Öyleyse, korkarım ‘daha iyi Türk şarabı’ içmek için, daha çok bekleriz.
Kimse alınmasın, ‘mış gibi yaparak’ şarap, daha iyi şarap olmaz, Türk şarapçılığı filan da kalkınmaz. Çünkü sorun kişisel değil. Öyleymiş izlenimi yaratmak yanıltıcı.
“Bu adamlar doğru dürüst şarap yapamıyor, ben birilerini bulup, 3 şişe yapayım da herkes görsün” zihniyetiyle pek çözülecek gibi değil.
Malum, şarap hakikattir.
Madem ki Türkiye şarapla ilgilenmeye başladı, ilkin o ‘hakikat’e bir bakmalı.
Bu ülkenin, dünya sıralamalarında yeri olan gerçek üzüm yetiştiricileri kan ağlıyor mesela. Bu sizce önemli değil mi?
Bir Allah’ın kulu da çıkıp, onlarla da bir röportaj yapamaz mı?
Yüksek KDV, ÖTV şarap üretiminde büyümeyi engelliyor…
İyi şarap üretilen ülkelerde şart olan, ‘bölgesel kalite denetimi’ denen sistem bizde yok…
Bu yüzden, isteyen herkes, istediği gibi üretip, istediği yaftayı yapıştırıyor şarabına… Kendi çalıp, kendi oynuyor.
İsteyen herkes, istediği bölgeye aklına esen türde asmayı da getirip dikebiliyor…
Var olan bazı tesislerle bazı üzüm bölgeleri arasındaki uzaklık, şarap kalitesini olumsuz etkiliyor…
Yarım yamalak bilgi, tüccarlaşmamış uzman/eleştirmen bulma zorluğu gibi, bir sürü hayati sorun var.
Fiyatlar abes. Lokantalarda hepten uçuyor. Kapıkule’nin bir adım ötesinde, daha ucuza, daha iyi şarap başlıyor. Neden?
O ağırlanan köşe yazarlarından hiç değilse biri de bize bunları yazamaz mı?
Yerli üzüm cinsleri yok oluyor…
Bozcaada’da, Trakya’da üreticiler üzümlerini satamadıkları için, bağlar kaderine bırakılıyor.
En önemlisi bazı yerli üzüm cinsleri resmen ölüyor.
Bu işe on milyon dolarlarca yatırım yapıp, kendince hayatını bu işe adayan birkaç düzgün şarap üreticisi sallanıyor.
Bunlar da bir televizyon programına konu olamaz mı?
“Kim bilir kaç bin kök asma söküldü bu yıl çaresizlikten” dedi dostum.
Olur olmaz yerlere dışarıdan getirtilen özenti kütükler dikilip, üretilen kötü ve karaktersiz şaraplar, cakalı laflarla hak ettiğinin üstünde fiyatlara satılırken.
Şişelere kafanıza göre etiket bile koyamadığınız gerçek şarap ülkelerinde adama bunları yaptırırlar mı?
Avrupa’da her üzüm her yere dikilemez.
Oralarda bir Allah’ın kulu Bordeaux bölgesine Syrah (Şiraz) üzümü götürmeye kalkamaz.
Kimse de oradan Cabernet Franc’ı kökleyip Rhône Vadisi’ndeki Şiraz’ın yerine dikmez, dikemez. (Meraklıları bulsun, Peter Mayle’nin “İyi Bir Yıl” adlı romanı tam da bu konuda yapılan bir düzenbazlığı anlatır. Ayrıca filmi de var.)
Hatta, burnunun dibindeki Gamay üzümü bile oraya getirilmez.
Çünkü ondan da bir başka cins şarap, Beaujolais üretilir. Beaujolais üretenler de on kilometre yukarılarındaki Pinot Noir’cıların üzümüne bulaşmaz.
Çünkü her şarap apayrı bir ‘karakter’dir.
Şampanya, o ad verilecekse, sadece Şampanya bölgesinde üretilebilir.
Provence’dan söz ediliyor; evet pembe şarap orada benim de sevdiğim bir hoşluktur. Ama denize yakın bölgede ancak yetiştirilebilen daha ikinci sınıf üzümlerden yapılır; o da yeter. Çünkü pembe şarap üzerine oturup bilgiçlik yapılmaz.
Tatlı olmasın, gırtlağınıza yapışmadan, serin serin kayar gibi süzülsün yeter. (Sevenlere, Bozcaadalı cefakâr Talay’ın Halikarnas’ını öneririm, üstelik adı da güzel!)
(Provence’da iyi şarap arayan içerilere girer, Şiraz’dan mamul Gigondas, Seguret, Châteauneuf-du-Pape içer.)
İtalya’da da öyledir: Orada da kuzeyde başka üzümlerden şarap yapılır, orta bölgede, güneyde başka üzümlerden.
Üç kulaç ötesindeki komşusu Hırvatistan, İtalya’dan taşıdığı asmalardan değil, kendi Dalmaçya üzümlerinden üretir, mesela “Grgiç” veya “Zlata Plavaç” şaraplarını.
Oralara giden yabancı da, gerçekten meraklıysa, o bölgesel şarapları tercih eder.
Yani, “Kör değneğini beller” gibi, ille de “Cabernet Sauvignon”, “Merlot” diye tutturmak gerekmez.
Her üzüm kendi bölgesinde ağırdır. Türkiye hariç.
Bir arazi alıp, kulağına hangi yabancı üzümleri üflüyorlarsa, üçünü beşini birden getirtip, karakol bahçesi yapar gibi, yan yana dikmek yeni bir “Türk İcadı” olarak hızla yayılıyor.
Bu “Türk İcadı” lafının yerine, isteyen “Türk İsrafı” ibaresini de koyabilir.
Bu sektör, ‘acil düzenlemeler’ kerameti kendinden menkul olmayan ‘normlar’ ekonomimizin büyüklüğüyle bağdaşır ‘yatırımlar’ bekliyor.
“Uzmanlığı iktisat olan biri, ‘daha düzgün Türk şarabı üretilsin’ konusunda da ciddiyse, çıkıp önce şunları bir dile getirse fena mı olur?” diye sordu o şarap erbabı dostum.
Bir bankacı mesela.

02.12.2007
Haber: BÜLENT KORMAN

If you enjoyed this post Subscribe to our feed

Leave a Reply

You must be logged in to post a comment.